KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM MÜ KÜLTÜR-E /-DEN DÖNÜŞ MÜ
Her ‘Çınar’ın devrilişi, her ‘umman’ın akıl ve yürek vahalarımızı serinletişine birer nokta koyması milletimizin kültüre, sanata, düşünce dünyasına duyarlı her bir ferdinin yüreğini dağladı. Biz millet olarak bağrımızdan yetişen sanatçılara, aydınlara, bilim insanlarına, bu devlet bu millet için var gücü ile çalışmış devlet adamlarına her daim vefalıyızdır. Tüm büyüklerimizi, ilim ve irfan dünyamızı aydınlatan ‘Usta’ ve ‘Üstad’ları yaşarken de vefatlarından sonra da saygı ve minnetle anarız. Onlara hayatta iken gerekli özeni ve saygıyı gösterir; fırsatını bulduğumuz her an ‘Çınar’ların -deyim yerinde ise- dizlerinin dibine oturur; ‘Ustalarımızı’ can kulağı ile dinleriz / seyrederiz. Sohbetlerinden feyz
alabilmek, yanlarına kadar varabilmek, onlarla aynı fotoğraf karesinde bulunabilmek, ‘eserleri’ni ustaların elinden imzası ile alabilmek ne büyük mutluluktur bizler için… Tabii, Ustaların bir ömür arkadaşı, yoldaşı, sırdaşı, ‘çerağ’ı olabilen şanslılar da vardır… ‘Ustaların’, hangi yaşta olursa olsun, bize her zaman ‘ani’ ve ‘acı’ gelen ölümü, bizleri birden bire sudan çıkmış balığa döndürür. Biliriz; ‘o büyük sesler’ yok artık. Anlarız; bir milletin ‘tek ve tok sesi’ olabilmiş ‘eserleri’ öksüz artık. Titreyerek fark ederiz; milletin acısını, sevincini, eksiğini, fazlasını, yanlışını, doğrusunu ‘estetik anlayışla’ ama yiğitçe söyleyebilen, hele ki bizim adımıza (milletin ve / veya ümmetin adına) söyleyen ‘Meşale / Rehber / Usta’ bundan böyle bizimle değil ve bizi bize, bizi başkalarına, bizi yedi düvele anlatamayacak, bizi bizden daha iyi ‘tanımlayamayacak’, ‘çözümleyemeyecek’; eserleri, duruşu ve sözü / sesi ile ‘savunamayacak’… Dedim ya… ‘Ustaların’ bir bir aramızdan ayrılışı büyük kayıp, milletim için… Ebediyete intikal etmiş sosyal hayatımızın öncüsü kültür, sanat, düşünce ve bilim dünyamızın tüm ‘Meşaleler’ini bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Her birinin mekanı cennet olsun. Ne güzel ki ‘O Büyük Ustalar’, bıraktıkları her bir ‘eser’ ile hem bizi aydınlatmaya, bize rehber olmaya devam edecekler hem de kendilerinin iki dünyada da salih amel defterleri sonsuza dek kapanmayacak… Bana öyle gelir ki ilim, irfan ve sanat dünyamızın rehberlerinden hiçbir hisse kapamamış, onların hiçbirini bir nebze dahi olsa anla(ya)mamış olsak bile bu dünyada ‘eser’ bırakmanın ne demek olduğunu, bıraktıkları eserler bizlere öğretebilmiştir / öğretmelidir… ( Hiç olmazsa, bu kadar ders alalım!)
‘Eser’ bırakmak! Sonsuzluğu, icra ettikleri sanat ve an be an daldıkları ilim deryası ile daha bu dünyada kazanmış olan ‘Ustalar’dan öğrenilebilecek -hiç değilse somut ve nihai- en temel haslet, tam da bu olmalı… Tabii, ‘Eser’ bırakmak, öyle lafzının hemen yazıldığı ve bir çırpıda söylendiği kadar kolay bir iş değil… Eser bırakabilmek için öncelikle ‘insan’ oluşun farkına varabilmemiz gerekir… Sonra insan, bu hayatta niye yol alır, nasıl yol alır ve hatta ‘hangi yolu, ne amaçla, kiminle, hangi heybe ya da araçlarla alır’ sorularına ‘mânâ’lı, ‘gayeli’, ‘dayanaklı (tutarlı argümanlı)’ ‘cevaplar’ bulabilmemiz gerekir… Yolumuz, sorularımız, cevaplarımız, ‘araç ve gerecimiz’, ‘gayemiz’ varsa yürümeye başlarız… İşte, yürümeye başladığımız an… Düşünürüz, araştırırız, ‘seyrederiz, ‘dinleriz’, ‘dolarız’, ‘biriktiririz’, ‘mukayese ederiz’ ve an gelir; ‘taşarız’… Yani sahip çıkacağımız bir yolumuz ve yolumuzun gayesi varsa yolun nihayetinde ‘elimizde, aklımızda, yüreğimizde’ ‘biriken’ vardır, olmalıdır… ‘Birikmek’, ‘Dolmak’ ve ‘Taşmak’… Zor işler… Öyle, her yiğidin harcı değil… Yola çıkmaya cesaretiniz ve elbette bir ‘sebep’iniz varsa ‘dolmak’ için mecralar, pınarlar ararsınız; ‘dayanmak’, ‘güçlenmek’, doğruyu, güzeli anlamak ve tutmak için çınarlara ihtiyaç duyarsınız… İşte o vakit; yaşayan / Hakk’a yürüyen ve ‘bizim olan / bizden olan Ustalara’, ustaların her biri ‘rehber’ olan ‘eserlerine’ yüzünüzü, kulağınızı, gönlünüzü, aklınızı, dimağınızı samimiyetle, ‘susayışla’ döndürürsünüz… Sadece kahvesini içmek, sohbet meclisinde bir silüet olarak görünmek, ‘Usta ile aynı resimde çıkıp da her iletişim kanalında caka satmak’ , ‘ustanın imzalı kitabını alıp da kapağını açmamak’ size anlamsız gelir. Ya da anlamsız değil de yarım, ‘tamamlanmamış’ gelir, diyelim… Veya hayatta hiç aynı demde, aynı yerde olamamış olduğunuz bir Usta’nın vefatını duyunca ‘rahmet dilerken, sevginizi, minnetinizi dile getirirken’ tek bir kitabını bile okumadığınızı kendinize bile itiraf edememenin sancısını çekmezsiniz… Ustaların ‘eserlerini’ okumak için değil; anlamak için okursunuz… Usta ile Ustanın eserini, Usta daha sağ iken hasbıhal etmek / edebilmek ne servet! Böylesi mutluluğa erenler elbette var… Ama sanki zincirin halkası tam da işte buralarda, bir yerlerde kopuyor.
‘Kültür’, ‘kültürlü olmak’ , ‘kültür aktarıcısı olmak’, ‘kültürel gelişime katkı’, ‘milletin kültür hayatını kuvvetlendirme / geliştirme’ ya da ‘ustaya saygı’, ‘ustaya muhabbet’, ‘ustanın eserine saygı ve minnet’, Usta ile sağlığında ‘hem şahsı ve hem de eserleri, düşünceleri hakkında’ yakından sohbetlerde, istişarelerde, kritiklerde bulunan kişilerin en temel ve en etik vazifesi oluyor. Olmalıdır! Üstelik bu vazife hem Ustaya karşı hem de millete, insanlığa ve ustanın eserlerine, fikirlerine karşı… ‘Kültürlenme’ veya ‘kültür elçisi / işçisi’ olmak böyle bir şeydir, bu şekilde olur… Buna bir itirazımız yok! Ne yazık ki çoğu zaman bu, böyle olmuyor! Usta ile millet, Usta ile toplum arasında ‘köprü’ görevi görmesi gerekenler -maalesef-, Ustaya yazrdımcı / Ustadan ilhem alan / Ustanın sesini duyuran olacakken / olmalıyken –aslında- ‘usta ve eserine’ ve de ‘usta ile millete / milletin gencine’ bizzat set çekmekteler… (Bu durum, tam bilinçli midir, kısmi bilinçsiz midir, tartışılabilir fakat birçok cephedeki manzara, üzülsek de gözlerden kaçmıyor…)
Doğrudur: Bizim aydınlarımızın büyük bir kısmı ‘eserleri’ ile ‘konuşurken’; an ‘kendisini anlatmaya geldi mi’ tevazu adına ‘susmayı’ seçmişlerdir… 2000’li yıllarda sergiledikleri bu tavır ‘erdem’ midir yoksa ‘çağı okuyamayış’ mı? Bu konu, başka bir yazının konusu olsun. Ancak bu durum / tutum belki de çoğunun 60’lı, 70’li, 80’li yılların sanat, kültür ve topluma ait ‘edep kaideleri’ içinde yetişmesinden
kendiliğinden oluşmuştur. Yani şu an ebediyete intikal etmiş, çoğu Duayenimiz, günümüz reklam araçlarını, fuarları, konferans çeşitlerini, kitap pazarlamalarını, imza günlerini ya teknik olarak kavramamışlar (veya kavramak istememişler) ya da ‘kimileri tarafından’ ‘Usta’m ben / biz sizin adınıza bu işleri organize ederiz’ denilerek bu tip işler bir ya da birkaç kişi tarafından üstlenilmiş ancak yukarıda da bahsettiğim gibi -maalesef- çok az kişi Usta adına bu ‘çerağ’lığı ya da samimi organizatörlüğü usta, eseri ve milletin kültürlenmesi, gençlerin Ustalardan ve eserlerinden tam feyz alabilmesi noktasında samimi, içten, ilkeli ve ‘edebiyat, kültür, sanat dünyasını bilen bilinçli kişi’ olarak görevlerini lâyıkı ile yerine getirebilmişlerdir. Kasten Usta ile milleti / toplum adına çeper örenleri, Ustanın feyzinden kendi nemalananları ise milletin vicdanına bırakıyorum. Elbette ki milletin yetiştirdiği ve milletine adadığı ömürle yine milletine kültür, sanat, bilim hazineleri bırakan Duayenlerimize sahip çıkmak, kültür aktarıcılığını sağlayabilmek, Ustaların eserlerini büyük bir farkındalık ve vazife şuuru ile okumak ve anlamak bu milletin her bir ferdinin, teker teker bizlerin önde gelen görev ve sorumluluğudur. -Ustanın bizzat seçtiği / yetiştirdiği öğrencileri ve dostları dışında kalan- kişiler ya da bir avuç grupların yapabildikleri, yapamadıkları, yapmak istedikleri, yapmak istemedikleri; topyekun bir milletin veya milletin her bir ferdinin farkındalık içinde ‘birleşerek’ ‘ustasına ve eser/ler/ine’ kararlılıkla sahip çıkması karşısında devede kulak kalır /
kalmalıdır…
Ben, sadece son on yılın değil; son elli yılın; hatta seksen / yüz yılın tüm sanatçı, edebiyatçı, bilim insanlarımızın eserlerini büyük bir farkındalıkla ve büyük bir ‘susayışla’ okumamız / okutmamız; anlamamız / anlatmamız gerektiğinin altını tekrar çiziyorum. Ayrıca tüm ‘Meşalelerimizin / Ustalarımızın’ hayatlarının, ‘sözlerinin’, ‘sohbetlerinin’ , günlük hayattaki tavır ve duruşlarının çok iyi tahlil edilmesi, gençlerimize her bir Ustamızın her yönü ile tanıtılması gerektiğine de tekrar tekrar işaret ediyorum. Bir de bu noktada şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Bir ustayı anlamak, eserlerini tanımak için bir ya da birkaç kişinin beş on yılda bir ‘sanki tekelmişçesine’ ama hep tekrardan ibaret yazdıklarına da kifayet etmemeli. Hatta yeni yeni ‘biyografi’, ‘kritik / eleştiri’, ‘araştırma’ kitapları, projeleri, makaleleri, bilimsel çalışmaları yapılmalı. Yeni ve özgün bakış açısına sahip araştırmacı-yazarlar, akademisyenler bu noktada harekete geçmeli. Hatta siz gençler de kolları sıvamalısınız… Okuyun, araştırın, inceleyin, yazın, çizin gençler! Yeni bakış açıları, yeni tekniklerle okuyun, araştırın, inceleyin, sunun! Ustalarımızı aklınız ve yüreğinizle bir de siz tanıyın ve hatta bir de siz, bizlere anlatın… Kültürel dönüşüm sizlerin elinizde… Kültürden dönmeden, döndürülmeden, kültüre tekrar ve sıkıca, sağlamca dönmenin tam zamanıdır…
Tam bir kültürel dönüşüm ya da kültürel gelişim eşiğinde olduğumuz kanaatindeyim… Edebiyatı, sanatı, kültürü, bilimi, iletişimi, hakiki ve sanal dünyanın nimetlerini ve / veya hezimetlerini yeniden gözden geçirmenin, kültürel şahlanış için eski ve yeninin güzellikleri ile kültüre, sanata, bilime, iletişime, gelişime, insana, insanlığa, milletine aşık Ustaları ve Çırakları bir araya getirmenin tam zamanıdır… Tam da bu demde aklı ve yüreği ile duyarlı, ‘bir biri ile samimi kenetlenmeyi bilebilen’ toplumun her kesiminden her yaştan gence ihtiyacımız var… Kültür; yürekle ve akılla güzellikleri yüreklice toplamak, biriktirmek ve pay edebilmektir…
Üstelik, Usta olabilmek için ya çıraklıktan başlamak ya da Çırak olmak / olmayı bilmek gerek… ‘Eser’ bırakmak için ise eser bırakmışların eserlerini ve her biri birer rehber olan büyük eserlerin yolculuğunu tek tek okumak gerek… Kültürel şahlanış için haydi yürekliler! Yazılmış ve yazılacak eserler; ‘d / okunma’yı bekler… Ustalar ‘C / an kulağı ile’ dinlenmeyi bekler…
Kültür gelişirse en büyük eserimiz, hep birlikte inşa edeceğimiz ‘insan’ımız olacaktır. Nasıl bir eser, nasıl bir insan mı? Dönün de kültürel değerlerimize ve Ustalarımıza (eserleri içinde saklı kalan dediklerine) kulak verin! İşte o vakit, Ustalar yerlerinde rahat yatacaklardır… İşte o vakit, biz de ‘kültür’de yerimizi bulacağız…
Saygılarımla…
Rana İSLAM DEĞİRMENCİ